Sosyolojinin temel ilgi alanlarından biri olan kentleşme olgusu ve kentleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar hepimizin hayatlarında önemli bir yer tutuyor. Modern kentler sanayi devriminin bir ürünü ve bu anlamda ‘kent’, bildiğimiz, aşina olduğumuz şehir değil.Kent insan ilişkilerinin farklılaştığı, çalışma hayatının yeni bir yapıya büründüğü,mekanın değişik fonksiyonlar yüklendiği bir ‘yer’.
Merkezinde cami, mektep ve pazarın yer aldığı bahçeli, ferah evlerin süslediği eski şehirlerimizin yerini merkezinde AVM’lerin yer aldığı, AVM’lerin hem pazar, hem mektep hem de ibadethane görevi gördüğü kentler aldı.Bunu söylerken ucuz bir nostaljiye sığınıyor değiliz.(bakınız AVM’ye dönüşen özel üniversiteler.) Zira artık bizde yitirilenin ne olduğunu idrak edecek bir akıl ve bir kalp, kaybedilenin ne olduğunu hatırlayacak bir hafıza dahi kalmamıştır. Yanlış anlaşılmasın akılsız ve kalpsisiz demiyoruz. Sadece aklımız ve kalbimiz bizim değil artık. Tıpkı kelimelerimiz, evlerimiz ve şehirlerimiz gibi. Alain’e göre; ‘Dil düşüncenin evidir.’ Heidegger; ‘Dil varlığın evidir.’ der. Kendi kelimeleriyle düşünemeyen, varlığını kendi kavramlarıyla anlamlandıramayanların kendilerine ait bir şiire, şarkıya ve eve sahip olmaları mümkün müdürpeki ?
Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön! (İsmet Özel)
Dönüş mümkün müdür ? Muhal mi ?
Ev hayallerimiz,uyanık küçük müteahhit zihniyeti, iptidai/ tektipçi TOKİ mantığı ve yaşam tarzı satan konut projecilerinin insafına ve ufkuna kalmış durumda. Aile, mahalle ve şehir zamanımızın ‘tutunamayanlarıdır’. Revaçta olan ise ‘güvenlikli sitelerdir.’
Yani Köksal Alver’in isabetli ifadesiyle ‘siteril hayatlar.’ Alver’e göre; ‘Toplumsal farklılaşma ve tabakalaşmaya bağlı olarak mekânda da bir ayrışma gerçekleşmektedir. Ev, mekânsal ayrışmanın en önemli göstergelerinden biri olmaktadır. Yeni bir hayat tarzına bağlı olarak son yıllarda tüm metropollere yayılan, güven anlayışını öne çıkararak ayrışan lüks siteler, kapitalizm ve küreselleşme sürecinde evin dönüşümüne işaret etmektedir. Artık mekân ve mekânsal organizasyonlar, üretimler bir kimlik unsuru haline gelmekte, insanı ele vermektedir.‘
Güvenlik ve lüks anlayışına dayanan ve insanı çevresinden soyutlayan bir aklın ürünü olan bu siteler gizli ve aşikar kibrin yansımaları olarak da okunabilir. Sahip olanın diğer insanlara karşı ‘farklı ve üstün’ olduğunu ima eden ‘şeylere’ karşı uyanık ve mesafeli olunması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda Marx’ın ‘meta fetişizmi’ kavramının bugünün dünyasını anlamada kilit bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum.(İleride bu kavrama ilişkin müstakil bir yazı yazmayı planlıyorum.)
Refah ile şımartılan ve çoklukla övünen sadece öncekiler değildi.(bakınız Tekasür suresi 1-3, Sebe suresi 34-35) Bu yüzden ‘kıssalar’ bugüne dair çok şeyler söylemektedir. Yüksek güvenlikli yüksek binalarda oturan yüksek kimseler bana güven içinde dağlardan evler yontan Hicr halkını hatırlatıyor. (Hicr 82-83)
‘Siteril hayatlar’ yaşayan insanları düşünmek ise ‘çok’ sağlam bir şair Osman Konuk ‘un ‘Melankoli’ şiirine sürüklüyor:
halksız şehirler değil kris, şehirsiz halklar
çok halklar, çok şehirsizler, çok moral bozucu
son günlerde çok kelimesini çok kullanıyorum.
…
çok değerli insanlar binalara doluyorlar, çok değerli
her şeyden kolay etkileniyorum, belgeseller çok acıklı
çarpıcı bir şey yazmak istiyorum, aklıma bir şey gelmiyor
ne zaman aklıma bir şey gelmese, içimden bir ses:
start tabancasıyla intihar eden adamı düşün.
son günlerde çok kelimesini çok kullanıyorum
ışıklar açılmıştı, mikrofonlar, herkes çok şık
kahramanca evlerinden çıkıyorlar, vampirlerden korkmadan
kırmızı kravatlar takarak ve birbirlerine katılarak
çok değerliler, çok konuşuyorlar, az ölüyorlar
iki ayak, kırk ayakkabı; az ayak, çok ayakkabı
tek madonna kırık kürk, çok manto tek yalnızlık.
…
Yine sosyolojiyle başlayan şiirle sona eren bir yazı oldu. İnşallah meramımız aşikar olmuştur.